11 Kasım 2012

01 Eylül 2012

- HAYAT YAPAYALNIZ BİR HIÇKIRIKTIR -

Hayat hep kendini tekrarlayan yapayalnız bir hıçkırıktır herkesin yüreği kendine yanılsama ve filler mezarlığıdır söz çoğu zaman çentik atar kanatır yürekleri ve zamanla yüzler sözlerin mezar taşları olur işte bu, çokça ölümdür ama ölümlerden hayat bulmak gerektir gerçek olan dolanan dildir, sarhoşluk değil bazen de gerçek olan sarhoşluktur, dolanan dil değil günler çok uzadı ömürlerse çok kısa öpüşerek buluşmalar, öpüşerek ayrılmalar nedense çok sıkıcı artık insanlar kendilerini kanatarak arasın ve bulsun çünkü artık eller, yüzler, gözler, yürekler gibi mevsimler de bitiyor çünkü artık parça parça ve yavaş yavaş insan bitiyor insan o gizli ve kirli yanlarını ortaya çıkartsın ve kanatsın artık kanayan yüzlerde yanılsama değil, gerçek insan vardır çünkü oysa üstümüze yapışan hiçbir şey kendimizin değil aslında hiçbir insan kendisi değil, hiç kimse gerçek insan değil artık insanlar birbirlerinin gözlerinin içine ne kadar baksalar da gerçeği ve içtenliği göremezler ama yine de herkes duymak istediği şarkıyı dinler kendini aldatarak çünkü her sahte buluş gerçek bir yitiriştir, zamanla anlaşılır Kordon'da sefa yaşayanlar her gece veremdir aslında alkolle büyütülen yalan ve yanlışları, en büyük mutsuzluklarıdı r aslında her gece yaşanan yavşaklık, ertesi güne aktarılan büyük doyumsuzlukları dır aslında ne yazık ki herkes herkese küllerini bağışlayabiliyo r artık herkes herkese iğreti bir emanet artık herkes herkese yakınlaştıkça uzaklaşıyor artık kimse kimseyi aradığı yerde bulamaz artık herkes bir şeylerini birilerinde unutur ya da yitirir artık herkes birilerine sarılırken korkuyor artık her söz inceliksizlik, her dokunuş içtensizliktir artık herkesin çığlığı korkunç bir yalnızlık artık kimsenin sesi kimsenin sesine değmiyor artık bu yüzden oturup alkol akşamlarında gizli gizli ağlıyorlar herkesin her konuda bilge olduğu bir zamanda hiç kimse mutlu değildir aslında soytarı bilgelik hiçbir zaman mutluluk getirmez çünkü artık herkes gizlice bir iç kanama yaşar usulca gözler artık sadece göz, diller sadece dil, eller sadece eldir artık her şey sentetik, her şey plastik, her şey metaliktir artık işte bu yüzden mutsuz ve yalnızdır insan işte bu yüzden bitmiştir... bitmiştir insan.( Mahmut AYAZ )

24 Ağustos 2012

Doğala Özdeş Sanal Alem: Nefes, Sadece Nefes

Doğala Özdeş Sanal Alem: Nefes, Sadece Nefes: “-Kendinizi Hintli, Müslüman, veya Hristiyan ya da Avrupalı ya başka birşey olarak tanımladığınızda aslında şiddet üretiyorsunuz. Şiddeti...

19 Ağustos 2012

- DOKTOR ŞANDU'NUN ESRARI -

- DOKTOR ŞANDU'NUN ESRARI - hayır 18 işimiz başka türlü bitmeyecek otomobil farlarından çiçekler oyup iliştirsek de gözlerimize dudaklarımızı iki şimşek gibi birbirine de bitiştirsek hayır 18 işimiz başka türlü bitmeyecek değil mi ki ben soğuk bir namlu gibi kuşkulu bir profil değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den bırak öyleyse kısa devre yapsın johann sebastian bach bir kere de yalnızlığın trampetlerini dinleyelim şişedeki alkol iki ağır batarya tutar mı hiç belli değil. vurdukça vursa da yenilmeyiz avuçlarımızdaki portakal kokusuna değil mi ki ben nitrik asit terlemekteyim mendil mendil değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den 18 seni yazdım küçük sezar gangster olmadan önce absent içip azar azar bir şiir gibi tamamladım çıkmamış çıkmayacak hiçbir yerde ne hoyrat kadınsın cam yeşili eteklikler giyen tıpkı o filmdeki gibi adını hatırlamadığım ne vakit bereni çıkarsan kıpkızıl saçların dökülür alnına hani bir telefonda kıstırmıştım sonu sıfırla biten seni küçük sezar’ın öldürüldüğü gece karanlıktan kapılar kırılmıştı sokak içlerine sığamamıştım açık saçık fıkralar anlatıyordun yine de 18 seni yazdım niye yazdım bilmiyorum yeni kaşlar çiziyorum mermi ıslıklarından çok suratına dişlerinin ucunda ancak tutabildiğin komitacı gülümsemeleri asansör kapılarından koridorlara bir ışık gibi sızabilmek hiçbir daktiloda olmayan yeni bir alfabenin harfleri işte çapı belirsiz bir de silah çiziyorum çırılçıplak bir herif gibi yanıbaşına çünkü beni ne yanlış yazıldığım bu senaryodan siliyorlar ne de senin çantanda dudak rujundan başka bir şey var bırak öyleyse kısa devre yapsın cogito ergo sum bir kere de çılgınlığın tamtamlarını dinleyelim damardaki kan mı uğuldar yoksa mağaralar mı hiç belli değil vurdukça vursa da yenilmeyiz egzozdaki mazot kokusundan değil mi ki benim şairliğime bütün ikinci kaptanlar kefil değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den hayır 18 işimiz başka türlü bitmeyecek yum gözlerini ışıkları söndür kapansın kapılar öpüp okşadığın küçük sezar’ın takma dişli ölüsüdür. birkaç büyük yarası vardır ki kırmızı gözler gibi bakar warner bros’un en kral hafiye filmlerinden dakikada birkaç yüzyıl sararıp eskiyerek hayır 18 işimiz başka türlü bitmeyecek değil mi ki ben doktor şandu’yum degav degav degav değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den bu karanlıkta büyüyen kan çiçeği sevişmek gülüdür yamyam kadınların ısırıp ta dibinden kopardığı o tırtıllı dişleri beyaz beyaz ve beyaz dövmeli suratları erkek 18 seni yazdım niye yazdım bilmiyorum saçlarının üstünde gök kırılıyor kalçaların yanardağı bir buhurdan tütüyor burun deliklerinden bak şu işe aç tırnaklarınla gece kibritlerine uzanır uzanmaz çıkar şu gözlüklerini seni merceklerin ardında sevmiyorum ışıkları söndür diyorum kapansın bütün kapılar da siyah bir orkide koklayalım sevişe sevişe çünkü ne beni yanlış yazıldığım bu senaryodan siliyorlar ne de senin elinde fahişeliğinden başka bir şey var bırak öyleyse bırak kısa devre yapsın yeniden siegmund freud’un kulaklarımıza fısıldadığı bir kere de küçük sezar’ın telsizlerini dinleyelim bileğindeki saat mi işliyor bir yerimize saatli bomba mı koymuş yenilmedik hiç yenilmeyeceğiz ölüm korkusuna değil mi ki ben doktor şandu’yum degav degav degav değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den - Attila İlhan -

04 Temmuz 2012

“Şu an sadece sarılmaya ihtiyacım var,” dedim ona. “İnsanlık kadar eski olan bu hareket, iki vücudun kavuşmasından çok daha fazlasını ifade eder. Sarılmanın anlamı şudur ; Senden bir tehlike sezmiyorum, yanında olmaktan korkmuyorum, rahatlayabilir, kendimi yuvamda hissedebilirim, beni koruyan ve anlayan birisi var. Bizde birine her isteyerek sarıldığımızda ömrümüzün bir gün uzadığına inanılır. Lütfen şimdi sarıl bana…” (...Paulo Coelho)

28 Mart 2012

"Ormancının yeri"adlı facebook kullanıcısının,Bekir Çoşkun sayfasına yaptığı yorum..

Temel ile Dursun Sultan Ahmet’te gezinirken bir turist gelip adres sorar. Turist ingilizce, almanca, fransızca sorar, Fakat bizimkilerde tık yok. - Dursun; Ula temel bir ingilizce öğrenemedik gitti, der. Temel: - Neye yarayacak ki uşağum, bak adam dört dil biliyor: genede derdini Anlatamayi. Ülkemizde 1996 yılında işsizlerin %19 u 35-54 yaş arasında iken bu gün bu oran %35 lere çıkmış bulunuyor. Resmi istatistiklere göre işsizlik oranı %9,8 ama buna iş bulmaktan ümidini kesenler dahil değil. Bunun yanında çalışanların %40 ı hiçbir sosyal güvenceye tabi değiller. Yani her 10 çalışanın dördü sosyal güvenlikten yoksun. 15-24 yaş arasındaki işsize anne baba bakabilir, ama 35-54 yaş arasındaki anne- baba işsiz kalınca onların evine kim bakacak. Yüksek öğrenim görmüş olan erkeklerin % 15 i, kadınların %29,6 sı işsiz iken, sen kalk eğitim sisteminde 4x3 sistemini getirmeye kalkarak, bununda üzerini kapatmak için dersaneleri kapatacağım dersen, işsizlik oranı gelecek yıllarda yüzde kaçlara yükseleceğinin farkındamısın. Ama sizin amacınız zaten okumuş çağdaş gençler yetiştirmek değil, kendi iktidarlarınız çıkarlarınız devam etmesi için, biat eden dindar kindar hafız yetiştirmek, yobazlarınıza 14 lük gelinler yetiştirmekten başka bir şey değil. Rte seulde, obamaya kırk yıllık kankası gibi ‘’dostum Barac’’ demiş. Yakında bu samimiyeti dahada ilerletip ‘’ ne haber lan Baro diyerek enseyede bi tokat atarsa şaşırmayalım. Ya madem bu kadar yakın dostun, Hüseyin, Hüso filan deseydin. Ama yarın ortadoğuda çıkacak bir savaşta senin dostun hüsonun çıkarı için, kendi Hüsoların, Hüseyinlerin, Hüsmenlerin okkanın altına gidecek bunu düşünecek beyin yokmu sende. Sen konuşmalarında sık sık şiir okurken, Kore’ye ayak bastığında Nazım Hikmetin, Kore şehidi bir yedek subayın ağzından Adnan Menderes’e yazdığı şu şiir aklına geldimi senin. ‘’Benim gözlerimin ikiside yok / Benim ellerimin ikiside yok/ Benim bacaklarımın ikiside yok/ Ben yokum/ Beni, Üniversiteli yedek subayı/ Kore’de harcadınız Adnan bey!’’ Herhalde gelmemiştir, aklına bu şiir gelseydi eğer, ‘’Suriye’ye müdahale kaçınılmaz oldu’’ demezdin sayın başbakan. AKP ye oy verip pişman olmayarak hala şakşakcılık yapan yandaşlara birkaç soru. İnsanlar düzmece dijital tuzaklarla hapse atılırken, bu işler yarın benimde başıma gelebilir diye hiç düşündünmü? Sen sağlık hizmetlerini parayla alırken reçeteye dahi para öderken, Libya’dan Suriye’den getirilen binlerce isyancılara ücretsiz sağlık hizmeti yapılıp üç öğün yemeklerini ücretsiz verilirken, sen açlığını gidermek için 1071 liraya ihtiyacın olduğu halde, niye hala asgari ücretten çalışıyorum diye hiç düşündünmü? Alt kimlik üst kimlik diye ülkeye etnik fesat tohumları ekenlere hala oy vermeyi düşünüyormusun? Türk bayrağı neden bu iktidar zamanında yakılmaya başlandı diye hiç düşündünmü? Oslo’da pkk yöneticisine ‘’sizinle mücadele eden ordu içeride’’ diyen kişinin neden başbakan korumasına alındığını hiç düşündünmü? Sen Şehit olan bir askerin cenazesinde kahrolsun pkk diye bağırırken, Pkk militanlarını törenle karşılayıp devlete diz çökertenlere hala oy vermeyi düşünüyormusun? Şehidin namazını kılarken bu askerin şehit olamasında benimde suçum var diye azıcık pişmanlık duydunmu? Suçları kanıtlanmadan onca basın mensubu, general ve askerler içeride iken, gazetecilere onlar ırz düşmanı diyen bakanına tepki verdinmi? Bir tarafta Müslümanlık taslayıp dindar gençlik isterken, Irak’da, Libya’da, Afganistan’da milyonlarca Müslümanın öldürülmesine, kadınların ırzına geçilmesine ses çıkarmayıp, abd askerlerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için dua eden başbakanına yağcılık da sınır tanımıyorsan. Üzerinde yaşadığın toprağı arazi parçası sanıp Vatan toprağı olarak görmüyorsan, Cumhuriyetimizi yıkıp bizleri ortaçağ karanlığına götürmek isteyenlere hiç sözün yoksa. Suçları sabitlendiği halde salıverilen deniz feneri sanıklarını, Bosna’ya toplanan paraları iç edenleri, senin hakkını korumak için eleştirenlere, ‘’sanane benim param verdimse ben verdim diye’’ tepki gösterdiysen. Yukarıdaki sorulara daha yüzlercesini ekleyebiliriz. Bu soruları kendinde özeleştiri yapmayarak hala şakşakcılığa devam ediyorsan, kabahatin çoğu sende canım kardeşim. Sen tepkisiz uysal bir koyun olduysan yunus suresi 100 üncü ayetinde ‘’ Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.’’ dediği gibi, kusura bakma ama, benimde sana ‘’senin aklın yok, aptalsın’’ deme hakkım var!!!

21 Mart 2012

TÜRKİYE'deki gizli devlet ve dinleme operasyonları / Arslan BULUT

Hulki Cevizoğlu’nun Karadeniz TV’deki Cevizkabuğu programında, reklam arasında Mehmet Baransu’ya sordum, “Size bavulla belge getiren kişinin elbette ismini sormuyorum, fakat hangi kuruma mensuptur?” Baransu, “asker” dedi. Sonraki bölümde bu konuyu da kapsayacak bir şekilde daha geniş açıklamalar yaptı. Baransu, belgelerin kaynağının asker olduğunu açıkladı ve “Yapılanlar cemaat operasyonu değil. İçinde MİT var, devlet var, asker var. Ve hatta Dışişleri Bakanlığı var. Operasyonların arka planında devletin 2023 vizyonu var. Ekonomik olarak yapılmak istenen atılımın önünde Kürt sorunu ve derin devletin engel olduğu görüldü. Ve 2012 hedefini 2023’e revize ettiler. Mehmet Baransu’nun bildiğinden daha fazlasını herkes biliyor. Başbakanlık’ta darbeye karşı oluşturulan ofis, benden bin kat daha fazla şey biliyor. Özden Örnek’in günlüklerinde belirtildiği gibi komutanlar, ’Saat 9’da darbe yapıyoruz’ deseydi, o komutanlar, ofisin aldığı önlemlerle saat 9’u görmeden öldürüleceklerdi. Evlerinden karargâha gidemeyeceklerdi” dedi. *** Ben de İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz’ün kısa bir açıklamasının bu iddiaların bir kısmını teyit ettiğini söyledim. Ümraniye soruşturmasını başlatan Zekeriya Öz, bu görevinden ayrılırken “Bu işleri tek başımıza yapmadık. Bu işin arkasında emniyet güçlerinin de emekleri var. Bu kadar iş yapılıyor, askerler de kanunlara saygı duyarak bu işlerin yapılmasına müsaade ettiler” demişti. Yine Fatih Altaylı’nın, 2 Aralık 2010 tarihli Habertürk gazetesindeki yazısında da konuyla ilgili önemli bilgiler vardı. İstanbul’un o dönemdeki istihbarattan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, Ergenekon ve Balyoz operasyonları için Altaylı’ya “En büyük desteği Genelkurmay’ın kendisinden aldık. Pek çok bilgiyi, belgeyi hiç çekinmeden bizimle paylaştılar. Geçmişte yapılanlardan veya yapılmak istenenlerden rahatsız olan pek çok üst rütbeli subay, bize talep ettiğimiz her türlü belgeyi, bilgiyi sağladı. O destek olmasaydı, biz bu soruşturmalarda bu kadar ileri gidemezdik” diye açıklamalarda bulunmuştu. *** Kimya Yüksek Mühendisi Burhan Savaş da bana gönderdiği mektubunda önemli bir değerlendirme yaptı: “TSK’nın esir subayları kendilerine digital operasyon yapanın cemaat olduğunu sanıyor. Oysa onları ekarte eden, NATO’nun Türkiye’nin her noktasını dinleyen, izleyen sistemidir. Amerika’nın elinde NATO ağları varken, CIA veya cemaate niye plâse etsin operasyonu? NATO’nun Havaalanı ve Akaryakıt Tesisleri Fen Araştırma Laboratuvarı Ankara Bakanlıklar’da 50 yıldır açık faaliyette bulunuyor. Kadrosu tamamen Bayındırlık Bakanlığı içine gömülmüş olarak Amerika denetiminde çalışır. Pek çok NATO müteahhitliği şirketi bu laboratuvarda çalışmış özel (!) mühendislerin kurduğu şirketlerdir. Bunlar asla Maliye denetimine sokulmaz. Türkiye’deki bütün NATO iletişimi Echelon’dur ve özel uydulara bağlıdır. TSK, kesinlikle sistem dışıdır. İhtilaller, NATO destekli olmadan asla başarılamaz. CIA ve Amerika söylemi hedef saptırma veya cehalettir. Ben yedek subaylığımı Kayseri Tayyare’de, Kimya Mühendisliği tez çalışmamı Ankara’da NATO Havameydanı ve Akaryakıt Tesisleri Fen Araştırma Laboratuvarı’ında yaptım. NATO’yu dibinden gördüm. NATO, en az TSK kadar Türkiye’nin teknik bakanlıklarına da gömülmüş teşkilatlanmıştır. Bu bakanlıkların bakanları NATO’nun da bakanıdırlar, sık sık Brüksel’e giderler. En mahrem Dinleme ve Görüntü Kayıtları’nın tek kaynağı vardır. O da ‘Türkiye’deki Gizlenmiş Devlet’ NATO’dur. Serviste kullanılanlar işin hamalıdır. Öyle, Sultanhamam sırt hamalı ücreti değil tabii bunlara ödenen. Kısaca, NATO, Türk vatanının en büyük ve kapsamlı Anayasa’yı ortadan kaldırma silahlı örgütüdür. Ön planda AKP veya cemaati gösteren, böylece kendisini sütre gerisinde görünmez yapan, NATO ejderhasıdır.. NATO, Türkiye’ye en büyük kazığı, ’NATO’yu sevmeyenler solcular ve komünistlerdir’ tezini ilk günden beyinlere yerleştirerek atmıştır. NATO’yu savunan en yakınınız dahi olsa, bilin ki o NATO dostu olduğu anda Türklük düşmanı olmuştur, haindir.

17 Mart 2012

1 GDO Devleri Gerçek Kıyamet Peşinde mi? /alıntı:Şamil Şhapli Erkan

GDO Devleri Gerçek Kıyamet Peşinde mi? Alman asıllı Amerikalı araştırmacı gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO devlerinin, insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddiaları son derece ürkütücü. Norveç'teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî üstün ırk yaratmak mı, yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? "Kıyamet tohum deposu" olarak da bilinen Svalbard hariç, dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen "kıyamet"i kim koparacak? Engdahl, sorularımızı yanıtladı. SVALBARD TOHUM DEPOSU Norveç'in kuzeyindeki Spitsbergen adasında "Svalbard Küresel Tohum Deposu" adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda, şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu'na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında, bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna "kıyamet tohum deposu" da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak. KIYAMET MUHAFIZLARI Soru: Svalbard Küresel Tohum Deposu'nun finansörleri kimler? Cevap: Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma'da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998'e dek New York merkezli Nüfus Konseyi'nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey, John D. Rockefeller'ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla, 1952'de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation'a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD'nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation'ın da kurul başkanıydı. ÖRGÜTÜN FİNANSÖRLERİ 1) Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika'daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft'un kurucusu Bill Gates! 2) Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD'li DuPont / Pioneer Hi-Bred! 3) Yine bir ABD'li GDO devi Monsanto! 4) İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta! 5) 1970'lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla "Yeşil Devrim" diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller! 6) ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada'dan da devlet fonları aktarılıyor. Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor. Dünya'nın pek çok ülkesinde "zaten var olan tohum depoları"na ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard'a muhtaç kalınacaktır? "EBU GARİB TOHUMLARI" NEREDE? Soru: Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz? Cevap: Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak'a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib'de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard'da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler, kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler. "ARİ IRKI YARATMA PROJESİ" Soru: Peki, tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi? Cevap: Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller, 1971'de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR'ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) "modern tarım ürünü" kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD'de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO'lu "Gen Devrimi"nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütü'nü (FAO), BM İlerleme Programı'nı ve Dünya Bankası'nı da işin içine dâhil etti.

2 GDO Devleri Gerçek Kıyamet Peşinde mi? /alıntı:Şamil Şhapli Erkan

"ROCKEFELLER, HİTLER'İN DE FİNANSÖRÜYDÜ" Soru: Üstün ırk yaratma projesi tanı olarak nasıl bir şey? Cevap: Rockefeller Vakfı'nın ve zengin finans kurumlarının 1920'lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi, daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler, buna ari üstün ırk diyorlardı. Hitler'in öjenik çalışmaları, da bugün Svalbard'a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı, Third ReIch's Kaiser WiIhelm Instilutcs'nün "ari ırk öjenik çalışmalarını" finanse ediyordu. 2. Dünya Savası'nda, ABD resmi olarak savaşa Hitler Almanya'sının karsısında olarak girerken, Rockefeller Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftvvaffe ve VVehrmacht birliklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili ABD Senato araştırması da yapıldı. Rockefeller Vakfı, insanı, "gen dizilimleri"ne indirgemeye çalışan sözde moleküler biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan özelliklerini istenen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hitler'in Öjenikçi bilim adamları, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra sessizce ABD'ye götürülmüş ve çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusunda ilk adımları atmışlardır. GIDALAR İLE "NEGATİF OJENİK" Soru: Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı? Cevap: Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin, 1920'den beri biricik amacı "negatif öjenik"tir. "Negatif ojenik" istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonali'nin kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939'da Harlem'de "Negro (Zenci) Projesi" adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: "Negro (Zenci) nüfusu, ortadan kaldırmak istiyoruz." Soru: Negatif öjenik bir kısırlaştırma projesi mi? Cevap: Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard'ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücü mısırı, ABD Tarım Bakanlığı'ndan (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Bir başka örnek; 1990'larda BM Dünya Sağlık Örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler'de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanoz olabilirdi, ancak aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuçları ile, Dünya Sağlık Örgütü'nün(WHO), yalnızca çocuk doğuracak yaştaki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı. Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık Örgütü(WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972'de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu'nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!

3 GDO Devleri Gerçek Kıyamet Peşinde mi? /alıntı:Şamil Şhapli Erkan

"HİBRİD TOHUMLAR"LA TEKEL TUZAĞI Soru: Rockefeller'in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç görünüyor Cevap: Rockefeller Vakfı, 1946'da sadece adı yeşil olan "Yeşil Devrim"i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60'larda Rockefeller'in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra Yeşil Devrim'in, aslında Rockefeller Ailesi'nin ileride tekelleştirebilecekleri bir plan olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi. Soru: Nasıl tekelleştiler? Cevap: Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar, üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid tohum, patentlerinin DuPont/Pioneer HiBred'in ve Monsanto'nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması, daha sonra GDO'lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid tohumlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petrokimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler, Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şirketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçları da, petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu. Yeşil Devrim, aslında bir "kimyasal darbeydi". Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankası'ndan kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar. Soru: Sonuç? Cevap: Bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler, genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu. PATENTLİ ""BİYOLOJİK SİLAH" Soru: Peki ya bugün? Cevap: Bugün de Gates ve Rockefeller, Afrika'da Yeşil Devrim adı altında bir projeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar. Soru: Büyük bir tekelleşme tehdidiyle karşı karşıyayız... Cevap: Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington'dan gelen emirler doğrultusunda, Washington'un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum vermeme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler. F. William Engdahl yeniaktuel

08 Mart 2012

8 Mart Dünya emekci kadınlar günü...

Buyrun size AKP'li Beyoğlu Belediye Başkanı,Ahmet Misbah DEMİRCAN'ın (İSLAMA GÖRE CİNSEL HAYAT)adlı kitabından inciler....Lütfen okuyun ve bu şarlatanların kadına ve dinimize bakış açısını sorgulayın: -Cennette bekar kişi kalmayacak -Cennetliklerin en alt derecesine günde 72 kadın verilecektir. -Tam mümin ise 100 bakire ile cinsi münasebette bulunacaktır. -Cennette kadınlar cinsi münasebette bulun...duktan sonra,yine bakire olacaklardır. ... -Cennette erkeğe 100 erkek kuvveti verilecektir. -Cennete girenler 33 yaşına döndürülecektir.. -Cennetlik erkekler,cennete vücutları kılsız,yüzleri sakalsız,gözleri sürmeli gireceklerdir. -Cennete giden kadın,dünyada din uğruna şehit olan erkeklere verilecek,fakat,kadın orada 5 erkek istemeyecek ama,o adamın 5 erkek gücü olacak,ona her türlü zevki tattıracak. -Cennete giden erkeklerin cinsel uzuvları eğilmez,hep dik durur. -Erkek hem karısıyla,hem de hurileriyle sabahtan akşama kadar sürekli cima (seks) yapabilecek.... Ömer HAYYAM;800 yıl önce bu şarlatanlara bakın ne cevap vermiş!!!!!!! -'''''Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, Cennet'i ala meyhanemidir? Her mümin'e iki huri diyorsun, Cennet'i ala KERHANEMİDİR?''''''' YORUMDA,TAKDİRDE SİZİN...(Alıntı)

04 Mart 2012

Yaşamak bu yangın yerinde Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak Cahile kurban olarak
Yalanla kirli havada Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu Görüp de öfkeyle dolarak
Toplanıyor ölü arkadaşlar Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok "Aldırma" diyor gülerek "Yaşamak görevdir bu yangın yerinde Yaşamak, insan kalarak"
(Ataol Behramoğlu)

07 Aralık 2011

GİZLİ AKİT

Bu öyle bir hülya olacak ki, çok geniş, onların algılarından kaçabilecek kadar geniş. Onu görebilenler deli olarak nitelendirilecek. Aramızdaki bağı görememeleri için birbirinden ayrı taraflar yaratacağız. Bu hülyayı canlı tutmak için berabermişiz gibi davranmayacağız. Hedefimize, üzerimize asla şüphe çekmeyecek şekilde yavaş yavaş ulaşacağız. Bu ayrıca onların gerçekleşen değişiklikleri görmelerini engelleyecek. Bütünün tüm gizli yanlarını bildiğimizden, onların deneyimlerinin göreceli alanlarının üzerinde olacağız. Her zaman birlikte çalışacağız ve kan bağımız ve gizliliğimiz baki kalacak. Konuşanın kapısını ölüm çalacak. Aksini yaparmış gibi görünürken, ömürlerini kısa, zekalarını zayıf tutacağız. Bilim ve teknolojideki bilgimizi güç algılanan yollarla kullanacağız, böylelikle asla neler olduğunu göremeyecekler. Yemekte ve suda, hatta havada, yumuşak metaller, yaşlandırıcılar ve yatıştırıcılar kullanacağız. Ne yana dönerlerse zehirlerle sarılmış olacaklar. Yumuşak metaller akıllarını yitirmelerine sebep olacak. Her birimimizle onlara bir şifa bulacağımıza söz vereceğiz, aynı zamanda onlara daha fazla zehir vereceğiz.Zehirler derilerinden ve ağızlarından emilecek, akıllarını ve üreme sistemlerini yok edecek. Böylelikle çocukları ölü doğacak ve biz bu bilgiyi gizli tutacağız. Bu zehirler onların etrafındaki herşeyin içinde gizlenmiş olacak; içtikleri, yedikleri, soludukları ve giydikleri. Bu zehirleri onların anlayamayacağı kadar ustaca verebilecek seviyede olmalıyız. Onlara zehirlerin iyi şeyler olduğunu eğlenceli imgelerle ve müziklerle öğreteceğiz. Aradıkları kişiler onlara yardım edecek. Onları da bizim zehirimizi vermeleri için kazanacağız. Filmlerde bizim ürünlerimizin kullanıldığını görecekler, onlara alışarak büyüyecekler ve asla gerçek etkilerini bilmeyecekler. Çocuk doğurduklarında, çocuklarının kanına zehir enjekte edeceğiz ve bunu onlara yardım için yaptığımıza inandıracağız. İşe erken başlayacağız, daha zekaları gençken. Sevecekleri sevimli şeylerle çocuklarını hedef alacağız. Dişleri çürüdüğünde onları metallerle dolduracağız. Akıllarını öldürmesi ve geleceklerini çalması için. Öğrenme yetileri etkilendiğinde, onları daha hasta yapan bir ilaç yaratacağız ki, daha fazla ilaç yaratabilmemiz için daha fazla hastalığa yol açsın. Gücümüzle onları uysal ve zayıf hale getireceğiz. Depresif, yavaş ve obez yetişecekler ve yardım için bize geldiklerinde onlara daha fazla zehir vereceğiz. Dikkatlerini para ve maddiyata çekeceğiz, böylelikle asla iç benlikleri ile iletişim kuramayacaklar. Zina, maddi zevkler ve oyunlar ile dikkatlerini dağıtacağız ki birlik olamasınlar. Akılları bize ait olacak ve ne dersek onu yapacaklar. Reddederlerse, hayatlarına zeka- yokedici teknolojiler sokmanın yollarını bulacağız. Korkuyu silahımız olarak kullanacağız. Hükümetlerini biz kuracağız ve karşıtlarınınkileri de kuracağız. İki tarafın da sahibi biz olacağız. Amacımızı her zaman gizleyeceğiz ancak planımızı uygulamaya devam edeceğiz. Bizim için emek harcayacaklar ve onların çalışmalarıyla biz başarılı olacağız. Ailelerimiz onlarınkilerle asla karışmayacak. Kanımız her zaman saf olmalı çünkü tek yolu bu. Bizim için uygun olduğunda onlara birbirlerini öldürttüreceğiz. Dogma ve din ile onları birlik olmaktan uzak tutacağız. Hayatlarının her yönünü kontrol altında tutacağız ve onlara neyi ve nasıl düşüneceklerini söyleyeceğiz. Kendi kendilerine yol gösterdiklerini düşünmelerine izin vererek onlara dostça ve nazikçe yol göstereceğiz. Onları kendi hiziplerimizle düşmanlığa kışkırtacağız. Üzerlerinde bir ışık parladığında onu ya alay ile ya da ölüm ile söndüreceğiz. Hangisi bize en uygun olursa. Birbirlerinin kalplerini söküp atmalarını ve birbirlerinin çocuklarını öldürmelerini sağlayacağız. Amacımıza, nefreti müttefikimiz, kızgınlığı arkadaşımız olarak kullanarak ulaşacağız. Nefret onları büsbütün kör edecek, onları yönettiğimizi kendi çatışmalarından dolayı asla göremeyecekler. Tamamıyle birbirlerini öldürmekle meşgul olacaklar. Kendi kanlarında nefes alacaklar ve bizce yeterli olana dek komşularını öldürecekler. Bunun bize büyük faydası olacak. Bizi görmeyecekleri için, bizi göremeyecekleri için. Onların savaşlarından ve onların ölümlerinden başarı elde etmeye devam edeceğiz. Bunu en büyük amacımıza ulaşana dek tekrar edeceğiz. Onları imgeler ve seslere rağmen korku ve kızgınlık içinde yaşatmaya devam edeceğiz. Bunu başarmak için bütün gereçleri kullanacağız. Bu gereçler ki onların çalışmaları ile elde edilecek. Kendi kendilerinden ve komşularından nefret etmelerini sağlayacağız. Hepimizin tek olduğu ilahi gerçeğini onlardan hep saklayacağız. Bunu asla bilmemeliler. Renk'in bir hülya olduğunu asla bilmemeliler, hep eşit olmadıklarını düşünmeliler. Damla damla, damla damla hedefimize ilerleyeceğiz. Üzerlerinde tam kontrol elde edebilmek için topraklarını, doğal kaynaklarını ve varlıklarını alacağız. Sahip olacakları az miktarda özgürlüğü çalacak yasaları kabul etmeleri için onları kandıracağız. Onları sonsuza kadar hapsetmek için bir para sistemi kuracağız, onları ve çocuklarını borçlu bırakacağız. Onları suçlamak, dünyaya farklı bir hikaye anlatabilmek için tüm medyaya sahip olacağız. Medyamızı bilgi akışını ve onların bizim hakkımızdaki duygularını kontrol etmek için kullanacağız. Bize karşı ayaklanacak olurlarsa onları böcekler gibi ezeceğiz, keza onlar bu kadar bile değil. Hiçbir şey için yardım bulamayacaklar, silahları olmayacak. Planlarımızı uygulamak için içlerinden bazılarını üyemiz yapacağız. Onlara ebedi hayat vadedeceğiz, ama bizden olmadıklarından ebedi hayata asla sahip olamazlar. Yeni üyeler, uydurma törelerle yüksek medeniyet seviyesine ulaşabileceklerine inandırılacak. Bu gruplar gerçeği asla bilmeden bizden biri olduklarına inanacaklar. Bu gerçeği asla öğrenmemeliler yoksa hepsi bize karşı gelir. Yapacakları işler için dünyevi şeylerle, büyük ünvanlarla ödüllendirilecekler. Ancak hiçbir zaman ölümsüz olamayacak, bize katılamayacaklar. Hiçbir zaman ışığa ulaşamayacak, yıldızlara seyahat edemeyecekler. Yüksek medeniyet seviyesine asla ulaşamayacaklar. Kendi türlerini öldürüyor olmaları yüksek aydınlanma seviyesine ulaşmalarını engelleyecek. Bunu asla bilmeyecekler. Gerçek, onların yüzlerinde saklı olacak, çok yakın olduğu için ona odaklanamayacaklar, taa ki çok geç olana kadar. Oh evet, özgürlük hülyası çok yüce olacak ve onlar bizim kölemiz olduklarını asla bilemeyecekler. Herşey tamam olduğunda, onlar için yaratılmış olan gerçeklik onlara sahip olacak. Bu gerçeklik onların hapishanesi olacak. Kendi hayalleri içinde yaşayacaklar. Amacımıza ulaştığımızda yeni bir egemenlik çağı başlayacak. Onların akılları kendi inandıkları şeylerle bağlı olacak, o inanışlar ki, biz onları çok eski zamanlarda onlara kabul ettirmiştik. Eğer bizimle eşit olduklarını öğrenirlerse, işte o zaman yok olacağız. Bunu asla bilmemeliler. Eğer birlik oduklarında bizi yenebileceklerini öğrenirlerse hemen harekete geçeceklerdir. Ne yaptığımızı asla ama asla öğrenmemeliler, eğer öğrenirlerse kaçacak hiçbir yerimiz olmaz, peçemiz düşerse ne olduğumuz kolayca görülebilir. Faaliyetlerimiz kim olduğumuzu açığa vurmuş olur ve bizi kolayca avlarlar. O zaman kimse bizi korumaz. Bu belge, şimdiki ve gelecek tüm hayatlarımızı içinde yaşayacağımız gizli akittir. bu akit ki nesilleri ve ömürleri aşacak. Bu akit kanla, bizim kanımızla mühürlenmiştir. Biz, cennetten dünyaya gelmiş olanlar. Bu akdin varlığı asla ama asla bilinmemeli. Asla ama asla onun hakkında yazılmamalı ve konuşulmamalı. Onun üreteceği bilinç yaratıcının korkunç öfkesini üzerimize salar, geldiğimiz derinliklere atılır ve sonsuzluğun bittiği ana kadar orada kalırız. Dilimize kazandırdığı için Ekşi Sözlük yazarı sarcastic ’e teşekkür ediyorum. İngilizcesini merak ediyorsanız internette The Secret Covenant adıyla aratıp, çeşitli sitelerde bulabiliiz.

01 Kasım 2011

-PEZEVENK-

PEZEVENK

Dünya
ahvâlinden haberi yoktur
Sohbeti din ile açar
pezevenk.

Komşusu aç iken
kendisi toktur Sanki melek
olmuş uçar pezevenk.

Karanlık işlerde zıplama
ister Evine granit kaplama
ister Dünya mektebinden
diploma ister İnsanlık
dersinden kaçar pezevenk.

Herkesin kabına çeşmesi akmaz Erkek sinekleri
hareme sokmaz Fakir
komşusunun yüzüne
bakmaz Selâmsız sabahsız
geçer pezevenk.

Sanırsın
Allah'la akte oturmuş Cennete giderken macun
götürmüş Hûriler'i dizip işi
bitirmiş Şimdi gılmanları
seçer pezevenk.

Aydınlığa
düşman yobazın dölü Hû
çekerken şişmiş ağzında dili Erbâbi, ülkede bunlardan
dolu Durmadan zehrini
saçar pezevenk.


(Aşık ERBABİ)

26 Ekim 2011

"Dersim belgeseli"ne yapılan yorum..

sonuna kadar izledim en
sonunda kendine general
diyen seyit rızanın en
büyük emperyalist güc ve
dünyadaki katliamların baş
sorumlusu ingiltere dışişleri bakanına yazdığı mektup
manidar değilmi.bu mektup
önce şeyh said sonra seyit
rıza ve şimdi de saddam ve
kaddafi ye karşı
ayaklananlarla aynı kefede değilmi.şeytanla yatıp
tecavüz edilmeden
halklarını
özgürleştireceğine inanan
aymazlara satılık uşaklar der
tarih.feodalizmin cumhuriyetle birlikte
tasfiye edileceğini anlayınca
ingiliz cıkarları icin
cumhuriyete
başkaldırmıştır.yapılan
katliamlar savunulamaz ama bu isyandan 8 yıl sonra
feodal derebeylerinin
toprak reformuna karşı
kurdukları partinin başına
dersimdeki katliamların
baş sorumlusunu getirip adınada demokrat
eklemelerine ne
buyrulur.1938 Atatürkün
öldüğü yıl ölümcül hasta
yatağında olduğu sıralar
cıkmış o isyan.siz vatan tehlikede değilse savaş bir
cinayettir diyen insanın
katliam yapacağına
inanıyormusunuz....(İsmail Hakkı Cömcü'nün, facebook da "Dersim katliamı belgeseli"ne yaptığı yorum)

15 Ekim 2011

Jean-Jack Rousseau


"Bir toprak parçasının etrafını
çitle çevirip "bu benimdir"
diyen ve çevresinde buna
inanacak kadar saf insanlar
bulan kişi toplumun kurucusu
olmuştur. Bu insanın karşısında "sakın ha bu
sahtekara inanmayın,
meyvalar herkesindir, toprak
da hiçkimsenin" diyerek çiti
kaldıran bir kimse bulunsaydı,
insanlık nice cinayetlerden, nice suçlardan ve nice
felaketlerden kurtulmuş
olurdu."
Jean-Jack Rousseau

13 Ekim 2011


Aşksız ve paramparçaydı yaşam bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Aşk demişti yaşamın bütün ustaları aşk ile sevmek bir güzelliği ve dövüşebilmek o güzellik uğruna. işte yüzünde badem çiçekleri saçlarında gülen toprak ve ilkbahar. sen misin seni sevdiğim o kavga, sen o kavganın güzelliği misin yoksa...

Bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bin kez budadılar körpe dallarımızı bin kez kırdılar. yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri suyun ayakları olmuştur ayaklarımız ellerimiz, taşın ve toprağın elleri. yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık törenlerle dikilirdik burçlarınıza. türküler söylerdik hep aynı telden aynı sesten, aynı yürekten dağlara biz verirdik morluğunu, henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz...

Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne ne tan atışı doğumların sevincine ey bir elinde mezarcılar yaratan, bir elinde ebeler koşturan doğa bu seslenişimiz yalnızca sana yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Saraylar saltanatlar çöker kan susar birgün zulüm biter. menekşelerde açılır üstümüzde leylaklarda güler. bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler...

Şiirler doğacak kıvamda yine duygular yeniden yağacak kıvamda. ve yürek, imgelerin en ulaşılmaz doruğunda. ey herşey bitti diyenler korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!


ADNAN YÜCEL